Moderatörlüğünü İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Osman Ateş’in yaptığı panelde açılış konuşmasını gerçekleştiren Adana Vakıflar Bölge Müdürü Murat Saraçoğlu, dokuz asrı aşkın süredir Türk Milletine, büyük hizmetler veren vakıf kurumunun, ülkenin bir emniyet subabı olduğunu ve yıllar süren çeşitli savaşlara rağmen sosyal patlamalara engel olduğunu belirtti. Saraçoğlu, hızlı şehirleşme sebebiyle eskiden şehirlerin en merkezi yerinde bulunan vakıf mülklerinin eski mahallelerde kaldığını, gelirleri azalan vakıfların hizmetlerinin de doğal olarak azaldığını söyledi. Saraçoğlu, eskiden bir vakıf hizmeti olarak yürütülen hizmetlerin bugün çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından kanunla belirlenmiş bir görev olduğunu belirtti. Geleneksel vakıf müessesesinin milletimiz için vazgeçilmez bir destek kurumu olduğunu ifade eden Saraçoğlu, vakıfların amacının zenginin malından, fakire yardım olduğunu söyledi.
Açılış konuşmasının ardından söz alan Doç. Dr. Muhammed Yılmaz, "Vakıf Müessesesini Doğuran Dini Etkenler” başlıklı konuşmasında, sözlük anlamı durmak, durdurmak, alıkoymak olan “vakıf” kelimesinin terim olarak "bir malın maliki tarafından dini, içtimai ve hayri bir gayeye ebediyen tahsisi” şeklinde özetlenebileceğini, hukuki bir işlemle kurulan ve İslam Medeniyetinin önemli unsurlarından birini teşkil eden hayır müessesesini ifade ettiğini belirtti.
Doç. Dr. Yılmaz, İnsanları vakıf kurmaya sevk eden amillerin başında dünya hayatının geçiciliğini, insan ömrünün bir gün gelip biteceğini ve bu dünyâda sahip olunan her şeyin insana âhiret hayâtını kazanmak için verildiğini anlatan dînî nasların geldiğini ifade etti. Doç. Dr. Yılmaz, “İslam kendisine uyanlara sürekli iyiliği emretmiştir. Dinimiz toplum içerisinde zayıf ve düşkün kimselerin elinden tutmayı ve Müslümanların manevi yardımlarının yanı sıra maddî olarak da mü’min kardeşini düşünüp kollamasını emreder” dedi.
Panelde söz alan Doç. Dr. Hayri Kaplan “Nerede bir tekke varsa yanı başında bir cami, bir mektep veya bir medrese inşa edilmiştir. Aynı şekilde nerede bir cami varsa yanında bir tekke veya bir medrese bulundur” dedi. Doç. Dr. Kaplan, bu kurumların, özellikle de tekkelerin sosyal hizmet amaçlı çalışan aşçıları, terzileri, çiftçileri, sanatkârları ve ilgili faaliyetlerini gerçekleştirebilecekleri fiziksel mekânlarının var olduğunu ifade etti. Tarih içerisinde kervansaray, sığınma evi vb. işlevlerini de üstlenmiş bu tasavvuf kurumlarının, mektep ve medreselerin ulaşamadığı yerlere de eğitim götürebildiklerini belirten Doç.Dr. Kaplan, “Bu kurumların gelir kaynağı çok büyük oranda vakıf gelirleridir” dedi. Doç.Dr. Kaplan her bir vakfın ve vakıfta görev alanların devlete yük olmaksızın yine halka hizmet için var olduğunu belirtti.
“Kütüphane ve Vakfiyeleri Üzerinden Osmanlının Kitaba İlgisini Okumak” başlı konuşmasında, insanlığın medeniyet yolculuğunda kitabın tartışılmaz öneme sahip olduğunu belirten Doç. Dr. Nuran Öztürk, 600 yıl, oldukça geniş bir coğrafyada hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’nun, İslam inancının tesiriyle kurduğu vakıf sisteminde kitap ve kütüphane vakıflarına da yer verildiğini ifade etti. Doç.Dr. Öztürk, Fatih Sultan Mehmet’in kurduğu vakıftan başlamak üzere, 20. yy.a gelinceye kadar başta imparatorluğun başkenti olan İstanbul olmak üzere her il ve ilçede vakfedilmiş yazma eserlere rastlandığını söyledi. Osmanlı Kütüphanelerinin neredeyse tamamının vakıf eseri olduğunu ifade eden Doç. Dr. Öztürk, kaynaklarda 1914 yılında devlete ait tek bir kütüphanenin var olduğundan söz etti. Doç.Dr. Öztürk, 1962 yılında yapılan bir araştırma sonucuna göre Osmanlı İmparatorluğu’nun 298 vakıf yazma eser kütüphanesi ve 180.000’den fazla yazma eser bırakan bir kültür ve medeniyete sahip olduğunu ifade etti. 18. ve 19. yy.da sayıları ve hizmet standartları artan daha donanımlı ve nitelikli yazma eser kütüphanelerinin ne yazık ki türlü tehlikelerden korunamamış olduğunu söyleyen Doç. Dr. Öztürk,, vakıf sisteminin de dönüşmesiyle birlikte kütüphane ve yazma eserlerin oldukça duyarsız bir şekilde zamanın insafına bırakıldığını belirtti. Doç.Dr. Öztürk, günümüzde bu durumu telafi etmek üzere yazma eserleri koruma bilinci ile birlikte, söz konusu eserlere ulaşma ve yararlanma standartlarının yükseltilmeye çalışıldığını memnuniyetle karşıladıklarını belirtti.
Doç. Dr. Gözde Ramazanoğlu "Vakıflaryla Şehr-i Adana" başlıklı konuşmasında, Vakıf müessesesi içerisinde, dinsel olanla olmayanın, kamusal ile özelin iç içe geçtiğini ifade etti. Osmanlı imar sisteminde, kamu ve sosyal hizmet binalarının şahıslar tarafından yaptırıldığını belirten Doç.Dr. Ramazanoğlu, eğitim, sağlık ve sosyal dayanışma hizmetlerinin finansmanı ile bu tür hizmetlerin yürütüldüğü binaların devlet bütçesinden değil, padişahların veya kişilerin kendi kaynaklarıyla ve kurulan vakıflarla sağlandığını ifade etti. Doç.Dr. Ramazanolu, Adana’da anıt değeri taşıyan ve kent ikonu durumundaki tarihi eserlerin tamamının vakıf eseri olduğunu söyledi. Doç. Dr. Ramazanoğlu, Kız Lisesi, Çevik Kuvvet binası gibi geç tarihte yapılmış kamu yapılarının vakıf arazileri üzerinde yer aldığını belirtti.
Roma yapısı olan Taşköprü’nün bile, cami vakıflarının yardımlarıyla bugüne ulaşmasının şaşırtıcı olduğunu belirten Doç.Dr. Ramazanoğlu, Taşköprü’nün tarihteki onarımlarının çoğunun, yine Adana’daki vakıfların gelirleriyle sağlandığının arşiv belgeleriyle ispatlandığını ifade etti.
Panel katılımcıların sorularının cevaplanmasının ardından sona erdi.
|